Skip to main content
All Posts By

htecer

Çiftlerin Birbirlerini Eleştirmenleri

By Makale

İnsan iliskilerinin tümünde olduğu gibi evlilikte de eleştiri sevginin düşmanıdır.
Eleştiri kişiliğe yapılan bir saldırı olarak tanımlayabilirim.
Evlilikler her ne kadar sevgi üzerine kurulsa da bu temel üzerine yükselse de eşlerin birbirlerinde sevmedikleri bazı özellikler olabilmektedir.
Bu özellikler belirli zaman dilimleri içerisinde kişileri rahatsız edip karşı tarafa acımasızca eleştiride bulunmaktadırlar.
Eleştirinin temeli eleştiren kişinin çocukluğundan gelen bir alışkanlık olduğu kaçınılmaz gerçektir.
Bunun yanında çocuklukta her dediği yapılan daha sonraki ergenlik ve yetişkin döneminde istekleri karşılanmadigi takdir de kişi elestirel bir tutum kullanmaktadır.
Öncelik olarak kişi elestirel davranışlarıyla yüzleşip karşı tarafı kırdığını farkina varmalıdır.
Devamlı eşini eleştiren insanlar eşlerinin gözünde değersizleşirler.

Çözüm:
Eşler birbirlerini eleştirecek bir yanlarını girdiler ise bu eleştirilerini karşı kişiye değil nesneye yönlendirmelidirler. Eleştiri yapma ihtiyacı duyan kişi bu davranışını gerçekleştirmeden önce ” empati” yapmasını öneririm.
Örneğin” senin yaptığın yemekleri çok beğeniyorum fakat bu gün bir sorunmu oldu biraz tuzlu olmuş” gibi karşı tarafı rencide etmeden kalbini kırmadan yaptığı yanlışı yada dikkatsizliği bildirebilir.
Eşlerin ya da çiftlerin yaptığı yanlışların başında,  Kalabalık bir yerde (aile, arkadaş, çocukları veya eş dost)  içerisinde bir tarafın eksik yada hatalarını o ortamda anlatmalarıdur yani özel hayatlarını ortalık yere dökmeleridir.

Asla çocukları ve çevrelerinde ki insanların yanında birbierinin ayıplarını dile getirmemelidirler.
Eğer ki eleştiri yapacak iseler bunu kendi aralarında ve önceden yaptıkları yanlışları tekrardan yeni bir hataymış gibi  ısıtıp ısıtıp ortaya koymalari  en doğru olanıdır.
Bir konu hakkında sürekli eleştiri yapıp sonuç alamıyorsanız o konuyu bırakın başarısız olduğunuzun farkına varın.
[  ] Einstein’ın da  dediği gibi ” aynı yöntemlerle farklı sonuçlar almaz”.

Bilişsel Davranışçı Terapi

By Makale

Bilişsel davranışçı terapi hem bilişsel hem de davranış psikolojisinin temel ilkelerinin bir araya geldiği yani, insanın zihinsel süreçlerini, davranışını ve duygulanımını inceleyen psikolojik modellerin yer aldığı geniş bir yelpazedir. Temel varsayımı düşünce ve duyguların birbiriyle bağlantılı olduğudur. Amacı rahatsızlığın temelindeki işlevsiz düşünce, davranış ve inanç kalıplarını fark etmek ve onlara belirlenen hedeflere uygun yanıt vermeyi sağlamaktır.

Uzun vadede amaç ise, hasta ya da danışanı n kendi kendisine baş etmeyi öğrenmesi bir nevi kendi danışmanlığını üstlenebilmesidir. Bazı şeylerle ilgili duygunuzu değiştirememenize rağmen, onlarla ilgili düşüncelerinizi irdeleyebilir ve dengeli bir bakış açısı geliştirebilirsiniz. Durumlara bakışınız dengesini yitirirse, duygusal tepkileriniz de dengesizleşecektir.

Güncel sorunlarınızın temelinde, bilişsel bileşenlerden (yorumlarınız, düşünce kalıplarınız ve inançlarınız) kaynaklı duygu ve davranışlar vardır. Bilişsel Davranışçı Terapi ile işlevsel ve gerçeğe uygun olmayan bilişsel bileşenler, işlevsel ve gerçeğe uygun hale dönüştürülür ve böylece duygusal rahatsızlık azaltılıp, ortadan kaldırılır.  Beck ve Emery (2006), BDT’ nin ilkelerini şöyle açıklamıştır:

  • Bilişsel terapiler, duygusal bozuklukların bilişsel modeli üzerine durulmuşlardır. Belirli bir sorunun çözümünde, bir dizi müdahale tekniğinin kullanımından daha öteye anlam taşıyan bu yaklaşımda terapist düşünce duygu ve davranışlarla, bunların altında yatan şemalar arasındaki ilişkiyi dinamik bir çerçeve içinde ele alır. Ancak böylesine bir formülasyon sonrasında uygun müdahale teknikleri seçilir.
  •  Bilişsel terapiler sorun odaklı, zamanla sınırlı, kısa terapilerdir. Kısa terapiler, hem hasta hem de terapistin sorun üzerinde odaklanmalarını ve hastanın terapi ya da terapiste bağımlılık geliştirmesini önler. Bağımlılık sorunu, uzun süreli tedavilerin önemli sorunlarından biridir.
  • Etkili tedavi için iyi bir terapötik ilişki gerekir. Terapötik model ne olursa olsun, iyi bir terapötik iliski tedavinin başarılı olması için şarttır. Empati, etkili dinleme becerileri, esneklik, ilgi ve terapötik işbirliği tedavinin değişmez elemanlarıdır.
  • Bilişsel terapiler terapistle ile hastanın ortak çabalarını ve işbirliğini gerektirir. Beck, yaklaşımının en temel ilkesi olan işbirliğini hastanın kendi düşünce ve inançlarını incelemesi konusuna yönlendirmiş ve her bir inanç ve düşünceyi doğruluğu kanıtlanması ya da çürütülmesi gereken hipotezler gibi ele almıştır. Tedavinin hedefleri, hızı, oturumlar arasında yürütülecek ev ödevleri her zaman hasta ile birlikte belirlenir. Başka bir deyişle, bilişsel terapiler hastaya uygulanan değil hasta ile birlikte yürütülen işlemlerdir. Bu işbirliği hep eşit düzeyde olmayabilir. Hasta ne kadar pasif, ne kadar deprese ise, terapistin işbirliğini sağlamadaki rolü o kadar artar. Tedavinin sonlarına doğru terapist daha az görünür olmaya ve sahneyi daha çok hastaya bırakmaya baslar. Bu tutum hastaya bağımsızlık duygusu vermesi yanı sıra, kendi sorunlarını çözmede sorumluluk almayı öğretir ve tedaviye uyum sorunlarının oluşmasını önler.
  • Bilişsel terapiler daha çok sokratik sorgulama yöntemini kullanır. Bu yaklaşımda hastanın çeşitli soruların cevaplarını kendisinin bulması sağlanır. Yani terapist soruların cevaplarını vermez ancak bu soruların cevaplarını hastanın bulmasına yardımcı olur. Beck, terapisini hastanın temel düşünce ve inanç sistemlerini tehdit etmeden sürdürürken, soru sorma biçimini temel bir terapötik araç gibi görür. Sorulan sorular hastanın; kendi düşünce içeriği konusunda daha çok fikir sahibi olmasını, kendi düşünce biçimlerini daha iyi anlamasını, düşüncelerini çeşitli bilişsel çarpıtmalar yönünden ele almasını, düşünce içeriği ve biçimlerinin daha uyumlu olanlarla yer değiştirmesini, düşünce ve davranışları ile ilgili olarak geleceğe yönelik planlar yapmasını sağlar.
  • Bilişsel terapiler, direktif ve yapılandırılmış terapilerdir. Kısa terapilerin en önemli özelliklerinden biri yapılandırılmış olmalarıdır. Bu özellik terapiste sorunun tümüyle aynı anda uğraşmak yerine , sorunun çeşitli yanlarıyla ayrı ayrı çalışma fırsatı verir. Başka bir deyişle, tüm yemeği bir lokmada yutmak yerine, her seferinde küçük lokmalar yutmak yemeğin daha iyi sindirilmesini ve tadının çıkarılmasını sağlar. Ayrıca yaşamını yeniden düzenlemek amacıyla terapiye gelen pek çok hasta için yapılandırılmamış, yeterince organize olmamış “serbest -yüzen bir terapi” kontrendike olabilir. Çeşitli belirsizlikler nedeniyle, kaygısı artmış hastalar için en azından başlangıcında direktif olan bir yaklaşımla oldukça yarar sağlanabilmektedir.
  • Bilişsel terapiler, soruna yönelik yaklaşımlardır. Önce soranlar hiyerarşik bir düzen içinde sıralanır daha sonra bu sorunlar üzerinde ayrı ayrı çalışılır en sonunda ise birbirinden bağımsız gibi görünen sorunlar arasındaki bağlantılar ele alınır. Bu sorun oryantasyonlu olmayan terapilere göre, daha kısa sürede daha çok “is çıkartmak” anlamına gelir. Böyle bir yaklaşım sorunun çözümüne terapistin istediği yerden değil, hastanın istediği yerden başlamak anlamına da gelmektedir.
  • Bilişsel terapiler, eğitim modeli üzerine kurulmuşlardır. Terapide, terapistin bilgisinin hastayla paylaşılması önemli bir özelliktir. Bir bakıma terapist hasta’ için kolay ulaşılabilir bir bilgi kaynağı olmaktadır. Karşılıklı olarak sağlanan bilgi alışverişi yalnızca hasta için değil terapist içinde eğitici olmaktadır.
  • Bilişsel terapilerin teori ve teknikleri tümevarım metoduna dayalıdır. Teori sırasında hem hasta hem de terapist çeşitli hipotezler kurar ve bu hipotezlerin doğruluğunu araştırır. Bunu yaparken veriler toplanır, analiz edilir ve hiçbir hipotez yeterince araştırılmadan doğru kabul edilmez. Terapi bir bakıma hastayı bir bilim adamı gibi düşünmeye yönlendirir.
  • Ev ödevleri, bilişsel terapilerin en değişmez ve vazgeçilmez öğelerindendir. Hastanın haftada bir terapi oturumlarına gelerek sorunlarının üstesinden gelmesini beklemek gerçekçi değildir. Hasta kendisi için ne kadar çok çaba harcarsa, tedavi o kadar hızlı gider. Tedavi seanslarında konuşulanların hayata geçmesi amacıyla, oturumlar arasında hastanın kendi kendine yürüttüğü aktivitelere ev ödevi denir. Ev ödevleri bilginin beceriye dönüştürülmesi için gerekli aktiviteleri içerir. Bu ödevler bilişsel düzeyde verilebileceği gibi davranışsal biçimde de uygulanabilir.

Panik Bozukluğu

By Makale

Aniden ortaya çıkan panik nöbetleri ve nöbetler dışındaki zamanda beklenti anksiyetesinin varlığıyla karakterize bir bozukluktur. Kişinin yaşamış olduğu panik atakların hoş olmayan bedensel duyumlara neden olması ve yanlış yorumlanması sonucunda, tekrar yaşanmasına yönelik korku ve tetikte olma hali beklenti anksiyetesi olarak tanımlanır. Panik bozukluğunda kişi başka ataklarında olacağına dair sürekli kaygı hisseder; atakların yol açabilecekleri ya da sonuçlarıyla ilgili olarak endişelenir; ataklarla ilişkili olarak belirgin davranış değişikliği gösterir.

Bu durumda kişi bedensel duyumlarına daha fazla dikkat edip, adeta onları izlemeye başlar ve duyumları hissetmeye başladığında kendisini rahatlatmak için çeşitli yollar ve stratejiler geliştirmeye çalışır. Panik bozukluğu olan kişilerin strese ve bedensel duyumlarına karşı aşırı duyarlı olduğu düşünülmektedir. Yapılan epidemiyolojik araştırmalarda, panik bozukluğunun yaşam boyu yaygınlığı, %1.5-3.5 olarak bulunmuştur. Panik bozukluğu daha sıklıkla genç erişkinlik döneminde başlar. Panik bozukluğu kadınlarda, erkeklere göre yaklaşık iki kat sıklıkta görülmektedir. Amerikan Psikoloji Derneği (APA) dünyadaki her 75 kişiden birinde panik bozukluğu (APA, 2012) olduğunu bildirmiştir.

Daha önceden sık sık panik atak nöbetleri geçiren birinde bu nöbetler korku içerdiği için panik bozukluğu tetikleyen bir faktör haline gelmektedir.

Çocuklarda Stres

By Makale

Çocukken her şey güzeldir, bir derdimiz yoktur, akşama kadar oyun ve hayal peşinde koşup
yoruluruz. Stres yetişkin hayatına özgü bir tabirdir.

Gerçekten öyle mi?
Aslında çocuklar da stres yaşarlar fakat bunu anlamlandırmaları ve ifade etme biçimleri
yetişkinlerden farklı olur. Anne-baba arasındaki sorunlar, aile ve arkadaş arasında sevildiğini,
kabul edildiğini hissedememe, kardeşlerle yaşanan problemler, sağlık sorunları vs
-yetişkinlerde olduğu gibi- çocuklarda da stres yaratır. Her çocuğun stres oluşturan
durumlara verdiği tepki farklıdır.

Bebeklerde annenin memesine verilen tepki değişir, çevresindeki kişilerle kurduğu iletişimde
farklılaşmalar olmaya başlar. Huysuzluk, mutsuzluk, tepkisizlik, normalde ilgisini çekecek
şeylere karşı isteksizlik görülür. Biraz daha büyük çocuklarda öfke, saldırganlık,
mızmızlanmalar, sebepsiz ağlama vs görülebilirken stres ve kaygı durumu yükseldikçe alt
ıslatma, dışkı kaçırma, tırnak yeme, içe kapanma ya da birdenbire aşırı hareketli olma,
duygusuzlaşma, okula ve arkadaşlara ilgisizlik, varsa hobilerine yönelik isteksizlik gibi
davranışlar ortaya çıkar. Ergenlik döneminde ise evden kaçma, riskli cinsel davranışlar,
madde kullanımı, suça yönelme ve intihar davranışlarına kadar varan stresle baş etme
mekanizmaları oluşabilmektedir.

Eğer çocuğumuzda ya da bir yakınımızda bunları görüyorsak ne yapmalıyız?
Buna neredeyse herkes aynı cevabı verecektir: stres kaynağını bulmak. Evet, çözüm için
yapılacak en doğru davranış, stresin kaynağını bulup onu yok etmek ya da çocuğu bununla
başa çıkabilecek seviyede güçlendirmektir ancak ilk iş bu değildir. Öncelikle çocukla karşılıklı
güvene dayanan bir ilişki kurmak gerekir. Amaç çocuğun ağzından laf almak değil, onu içinde
bulunduğu zor koşullarda rahatlatmak olmalıdır. Çocuk yeteri kadar güven duyarsa ve
yardım alabileceğini hissederse çoğunlukla ona zorluk yaşatan durumla ilgili bir ipucu verir.
Çocuğun yaşına göre, onunla bu sorunun kendisinde yarattığı duygular, hayatında neden
olduğu zorluklar ve çözüm yolları konuşulabilir ve bu konuyu çözmekte kendisine yardımcı
olunabilir.

İlişki kurulamayan, ağır ve kronik stres altındaki çocuklarda, ebeveynin ne yapacağını
kestiremediği olaylarda ya da ekstrem durumlarda bir uzmandan yardım almakta fayda
vardır.

Çocuklarda Gece Korkuları

By Makale

Ortalama çocukların %73’ü 4-12 yaşlar arasında noktürnal korkular yani gece korkuları yaşamaktadırlar (Muris et al 2001). 4 yaşından önce gece ağlamalarının sebebi ise ayrılık endişesidir. Ayrılık endişesi ve ihmal edilme gece korkularının en başta gelen nedenleri arasında gelmektedir. Aile çocuğuna karşı çok ilgili olduğunu düşünse de bazen kaliteli geçirilmeyen zamanı ihmal boyuta ulaşabiliyor. Bir çok ebeveyn çocuklarının korkularından habersiz olabiliyor veya bu duruma farklı tepkiler verebiliyorlar.

Araştırmalar yetişkinlerin endişe ve korkularıyla baş etmekte zorlandıkları zaman kontrolsüz, üzgün ve tehdit altında hissetmelerine bağlı olarak yüksek seviyede kortizol yani stres hormonuna maruz kaldıklarını ortaya koymaktadır (Adam et al 2006). Yetişkin bir insanın çocuğa göre baş etme becerileri daha ilerlemiş olduğunu varsayarsak başa çıkma yetisinin gelişmediği veya eksik olduğu çocuklarda bu durum yetişkinlere göre fiziksel ve ruhsal olarak daha ağır tablo gösterebilmektedir.

Ayrıca, son araştırmalar gece korkularının belirli ruhsal rahatsızlıklara yol açtığını sergiliyor. Bu rahatsızlıklar arasında anksiyete bozukluğu, dürtüsellik, dikkat eksikliyi ve s ilk sıralarda yer almaktadır. (Kushnir et al, 2014)

Teknikler

  1. Çocuğunuza güvence verin – onu dinleyin, hislerini ve duygularını onaylayın ama asla ve asla korkularını onaylamayın! Çocuğunuzla doğru iletişim kurabilmek adına onu iyi dinlemeyi öğrenmeniz gerekir. Oysa ki terapi odasında çocuklardan en sık duyduğumuz cümle ‘annem, babam beni dinliyormuş gibi yapıyor, aslında dinlemiyor, anlamıyor ve s’. oluyor. Eğer ebeveyn konuşmasında çocuğuna güven hissini aşılamakta zorlanıyorsa, çocuğun evin içinde güvende hissetme olasılığı çok düşüktür.

‘Canım, korktuğunu göre biliyorum, nasıl hissettiğini tahmin ediyorum. Ama bilmen gereken şey o ki bu odada, bu evde, bizim yanımızda güvendesin.’

Ayrıca, gerçeklikle fantezi arasında farkı çocuğunuzla tartışabilirsiniz.

Eğer bu konuşmayı yapacaksanız tamamen başka işlerinizi bir kenara bırakmanız en doğru seçenek olacaktır, yada ‘işimi bitirdikten sonra bu konuyu seninle konuşalım mı?’ – yönünde olması gerekir.

  1. Çocuğunuza baş etme tekniklerini hatırlatın – seans sırasında çocuğunuza belli baş etme teknikleri öğretiliyor, nefes egzersizleri, ‘özel arkadaş’ teknikleri ve s. Bu teknikleri gerektiğinde çocuğunuza hatırlatabilirsiniz.
  2. Uyku Öncesi katı kurallar – uyku öncesi belirli katı kuralların olması çocuğun gece korkularını azaltmaktadır. Örneğin: akşam yemeğinden sonra çocukların beyinlerinin aşırı uyarılmasından kaçınılmalıdır – TV programları, bilgisayar oyunları gibi. Uykudan önce ılık duş almalarını sağlamak, kitap okumak ve s. çocuğunuza uygun olabilecek kurallardan biri veya bir kaçı olabilir.
  3. Kendi odasında uyumasını sağlamak – çocuğunuza bir defaya mahsus olsa dahil sizinle beraber yatmasına müsaade ettiğinizde aslında ona ‘haklısın senin odan güvenli değil!’ mesajını veriyorsunuzdur. Oysa, beklentimiz ilk maddede olduğu gibi çocuğun kendi alanında güvende hissetmesidir.

Psikoloğunuzun size yardımcı olacağı belirli noktalar:

  • Anne ve babanın çocuğa yardım etmesi için kullanabileceği kelime ve cümlelerin listesini oluşturmak
  • Çocuğa güncel zorluklarla başetmeyi ve kendi ayakları üzerinde durmasını öğretmek. Çünkü özgüven problemi en sık karşılaştığımız teticleyiciler arasındadır.
  • Çocuğun gün içinde yaşadığı kaygıları not etmek. Gün içinde maruz kalınan stres gece korkularını tetikliyor olabilir.
  • Çocuğun uyuma saatini beraber belirlemeniz veya gözden geçirmeniz söz konusu olabilir. Çok erken saatlerde yatmasını istiyorsanız, uyumadan odasında fazla zaman geçirmesi uygun seçenek olmayabilir.
  • Duygusal sıkıntılarını çalışmak – kardeş kıskançlığı, anne-baba kıskançlığı, ailesel problemler ve s.

Reference:

Adam EK, Hawkley LC, Kudielka BM, and Cacioppo JT. 2006. Day-to-day dynamics of experience–cortisol associations in a population-based sample of older adults. Proc Natl Acad Sci USA. 103(45):17058-63.

Kushnir J1, Gothelf D2, Sadeh A. 2014. Nighttime fears of preschool children: A potential disposition marker for anxiety? Compr Psychiatry. 55(2):336-41.

Muris P, Merckelbach H, Ollendick TH, King NJ, and Bogie N. 2001. Children’s nighttime fears: parent-child ratings of frequency, content, origins, coping behaviors and severity. Behav Res Ther. 39(1):13-28.